Seda Orsel’den Sürdürülebilir Tasarım Vurgusu Seda Orsel’den Sürdürülebilir Tasarım Vurgusu

Yenilikçi çözümleri, işlevselliği öne çıkaran kurguları ve çağdaş mimarlık anlayışıyla dikkat çeken BAB ARCHITECTS, ofis projelerinde kullanıcı deneyimini merkeze alan tasarım anlayışıyla öne çıkıyor. Kurucu ortak İrem Arıbaş ile, değişen çalışma alışkanlıklarının ofis mekânlarına etkisini, geleceğin ofislerini ve tasarımın bu dönüşümdeki rolünü konuştuk.

FOTO: BAB ARCHITECTS / Mimar İrem Arıbaş 

Ofis tasarımı, çalışan verimliliği ve motivasyonu üzerinde doğrudan etkili bir unsur. Sizce çağdaş ofis tasarımının en temel kriterleri neler olmalı?

Çağdaş ofis tasarımında öncelikli kriter; mekanın yalnızca bir çalışma alanı değil, aynı zamanda kullanıcıyı motive eden, esneklik tanıyan, aidiyet hissini güçlendiren bir deneyim alanı olmasıdır. Bu bağlamda günümüz tasarımları; doğal ışık kullanımı, akustik konfor, nefes alma alanları ve sosyalleşme imkanları sunarak çalışanların fiziksel ve zihinsel konforunu destekleyen bir altyapı sağlamalı. Dijital çağın dinamiklerine uyum sağlayan, teknolojik altyapıya entegre ve kolayca dönüşebilen sistemler de güncel ihtiyaçlara yanıt verme açısından oldukça önemli. Tüm bunların üzerinde ise, kullanıcıyı yormayan, sezgisel ve dengeli bir mekansal sirkülasyonun varlığı, sağlıklı bir tasarımın temel yapı taşıdır. 

Ofis tasarımlarında karşılaştığınız sorunlar nelerdir? Tasarım ve inşa aşamasında karşılaşılan yapısal problemler ve çözümleri hakkında neler söylersiniz? 

Bizler, çoğunlukla iç mekan tasarımlarımızı dahi sıfırdan bir yapı tasarımı gibi ele alıyoruz. Fonksiyonel çözümlemelerin yanı sıra, kütlesel form denemeleri de projelerimize özgü karakteristik bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Ancak ne yazık ki, ülkemizde yapılar çoğu zaman yalnızca standart kalıplarla doldurulmuş bir “kullanım amacı” başlığı üzerinden ruhsatlandırılıyor. İç mekanın, kullanım amacına özel olarak ele alınması gereken tasarım ve planlama süreci ise genellikle, kabuk ve kütle tamamlandıktan çok sonra gündeme geliyor. Oysa bu sürecin, tüm disiplinlerle eş zamanlı olarak kurgulanması gerektiği görüşündeyiz. 

Bu gibi sebeplerle, yapının mevcut MEP ve taşıyıcı sistemiyle uyumlu çözümler geliştirmek çoğu zaman başlı başına bir tasarım girdisi haline geliyor. Bir başka deyişle, bu tür kısıtlar yalnızca uyulması gereken sınırlar değil; aynı zamanda tasarımı yönlendiren temel kriterler haline geliyor. Eski yapılarda ise tesisat altyapısının güncel ihtiyaçlara yanıt verecek şekilde yeniden kurgulanması, tavan yükseklikleri, yangın kaçış senaryoları ve akustik denge gibi unsurlar zorlayıcı olabiliyor. Tüm bu zorluklara rağmen, teknik sınırları yaratıcı bir potansiyel olarak görebilmek de işimizin önemli bir parçası tabii ki. Uygulama sürecini fazlara ayırarak işleyişin kesintiye uğramamasını sağlıyor; tasarım kararlarını her aşamada kontrollü şekilde uygulamaya geçiriyoruz. Bu yöntem hem kullanıcı açısından mağduriyet yaratmıyor hem de tasarımın bütünlüğünü korumamıza imkan veriyor.

BAB Architects olarak ofis tasarımlarında yangın, deprem gibi doğal afetler için aldığınız önlemler nelerdir? Bu konularda yetişmekte olan genç mimarlara neler önermek istersiniz? 

Afetlere karşı dayanıklı yapılar tasarlamak, yalnızca mühendislik değil, mimari sorumluluğun da bir parçası. Yangın senaryoları, acil kaçış rotaları, deprem dayanımı yüksek bölüntü sistemleri ve güvenli toplanma alanları, tasarımın ilk aşamasından itibaren planlanmalı. Genç mimarlara önerim; estetik kadar, bütüncül güvenlik ve sürdürülebilirlik kriterlerini de içselleştirmeleri yönünde olur. Bu tür bir mesleki bilinç, mimari becerilerinin yanında etik bir tasarım yaklaşımını da beraberinde getirir. Unutulmamalıdır ki iyi bir tasarım, yalnızca estetik bir ifade değil aynı zamanda sürdürülebilir, geleceğe karşı da sorumlu bir yaklaşımın ürünüdür.

Geleceğin ofis tasarımlarına dair öngörüleriniz neler? Teknoloji, sürdürülebilirlik ve esneklik bağlamında nasıl bir dönüşüm bekliyorsunuz?

Geleceğin ofisleri, şüphesiz sabit tanımlardan uzaklaşıyor. Hibrit çalışma modelleriyle birlikte ofis, artık yalnızca bir masa etrafında toplanılan bir yer değil; kurum kültürünün temsil edildiği, sosyalleşilen, üretkenliği artıran ve kimlik kazandıran bir ortama dönüşüyor. Teknoloji entegrasyonu, enerji verimliliği, malzeme seçimi ve dönüşebilir planlamalar bu dönüşümün temel yapı taşlarını oluşturacak. Tasarım, bu süreçte fiziksel sınırları değil, insan etkileşimini yeniden merkeze alacak. Ayrıca yeşil bina sertifikaları, akıllı sistem entegrasyonları ve düşük karbon ayak izine sahip çözümler, bu dönüşümün yeni standartları haline gelecek gibi görünüyor. Ancak bu değişim yalnızca tasarımla sınırlı değil; kullanıcıların da eski, kalıplaşmış alışkanlıklardan sıyrılarak yeni nesil ihtiyaçlara daha hızlı uyum sağlaması, verimlilik açısından en az tasarım kadar belirleyici olacak.