“17 Ağustos 1999, Gölcük Depremi ve aynı yıl 12 Kasım 1999 Düzce Depremi… Çok küçüktüm, Ankara’dan tüm haberleri televizyonlardan takip etmiştik. Yıkılmamış ev, bina, yapı yoktu neredeyse… Sürekli yorumlar yapılıyordu, haberlerde depremlerle alakalı… Faylar, fay hatları, kırılmış faylar, kırılmamış faylar, enerjisi birikmiş faylar...
Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle deprem bölgesinde olması, binalarda su yalıtım uygulamalarının gerekliliğinin vurgulanması açısından ne kadar da önemlidir. Doğru tasarlanan ve uygulanan bir projede su yalıtımı yapılmadığı durumlarda, betonarme içindeki çeliğin korozyona ve kesit kaybına uğraması sonucunda taşıyıcılık özelliğinin zayıflaması söz konusudur. Bu durum deprem bölgesinde bir yapılaşma için göz ardı edilmeyecek kadar önemlidir.
Mutlaka tedbir alınmalı, yapılar hazırlanan deprem, su-ısı ve yangın yönetmeliklerine bağlı kalınarak inşaa edilmeli. Bu noktada uygun malzeme seçimi ve doğru uygulama kadar özellikle su geçirimsizliği sağlamaya yönelik malzeme standartları ve uygulanma zorunluluğu da önem kazanmalı. Bunu takiben “kontrol mekanizması”nın doğru işlemesi sağlanmalı, içinden midye kabuğu çıkan tuz oranı yüksek kumun betona zararlı etkisi önlenerek yıkanmış kum kullanılmalı, su yalıtımı mutlaka yapılmalı, demir donatı korozyona karşı korumalı, hareketli mobilya montajla sabitlenmeli, hafif çatı sistemleri kullanılmalı, oda genişletmek,, salonu büyütmek veya daha geniş dükkan elde etmek için; isteğe bağlı ve izinsiz yapının taşıyıcı ögeleri yıkılmamalı…
Ülke halkı olarak 23 sene önce tecrübe etmiştik bütün bunları ve o en önemli söz, deprem dede rahmetli Ahmet Mete Işıkara tarafından söylendi; “Deprem öldürmez, binalar öldürür”. Ne kadar doğru, ne kadar yerinde bir tespit. Şimdi sorgulamak lazım, canımızı malımızı emanet ettiğimiz yapılar ne kadar güvenli?
23.11.2022 04:08 Gölyaka, Düzce Depreminde, aslında bence Düzce sınıfı geçti. Yüzde 80 olarak yenilenmiş genç yapı stoku ile yüzde 75 oranında deprem sigortasını yaptırmış Düzce halkı. Sadece adliye binasında cephe çöktü. Gündüz vakti olsaydı, birilerinin başına düşecekti demek ki… Neyse ki; öyle bir durum olmadı. Yapılaşmanın en kaotik olduğu, artan nüfusa yetişemeyen yapılaşması ile İstanbul ne kadar hazırlıklı depreme?
Asıl mevzu şu; cephelere ve çatılarda gereken önem ve ehemmiyet beklentiyi karşılamıyor… En iyi beton, en kuvvetli demir kullanılıyor muhakkak, ama çatılar ve cepheler göz ardı mı ediliyor?
Cephe yangınları görüyoruz, taşyünü kullanılmış ama dübeller plastik, yangına dayanımı olmayan nem bariyerleri kullanılıyor hala cephelerde. Sadece depremde değil, şiddetli bir rüzgar ya da fırtınada çatılarda ve cephelerde malzeme seçimi ve yanlış uygulamanın ne kadar hasar yarattığını ve can güvenliği sağlamadığını, malzemelerin havalarda uçtuğunu görüyoruz. Tüm bunların sebebi doğru ürününün doğru detaya doğru işçilik ile yapılmamasındandır. Yanlış işçilik, tasarruf edilen ankraj sistemleri ve yine tasarruf edilen bağlantı elemanları, dübel vida vs…
Dış cephe ve çatı, yapının dış koşullara karşı dirençli olması gereken en önemli bölgeleridir. Canımızı emanet ettiğimiz yapıların her türlü hava koşullarına, jeolojik hareketlere karşı dirençli olması gerekir. Kullanılan malzeme kalitesi, doğru inşaanın başlangıcı, kaliteli işçilik de onun en öneli tamamlayıcısıdır. Umarım tüm bu konular tekrar gözden geçirilir ilgili yapı klavuzları güncellenir çünkü deprem değil. bina öldürür…
Güzel Düzce’ye tekrar geçmiş olsun dileklerimle…”